AZ YE, ÇOK YAŞA!
Günlük kalori miktarını
kısarak yaşam süresini uzatmak mümkün. Bilim adamları açlık
çekmeden aç kalmanın yollarını arıyor.
Opera sanatçılarının
şişman olması gerektiğine inanılır. Oysa Simon Fraser
Üniversitesi'nden 25 yaşındaki opera bölümü öğrencisi
Jamis Gifford , o kadar zayıf ki, opera temsillerinde üzerine
kostüm uydurmak neredeyse imkansız. Bir düello sahnesinde
ölmesi gerektiğinde, yere usturuplu düşmeye gayret ediyor.
Aksi takdirde her tarafı çürüyor ve morarıyor. ''Yeterli
miktarda koruyucu yağ tabakasına sahip olmadığım için
vücudum darbelere karşı çok duyarlı'' diye konuşan Gifford,
1.80 metre boyunda ve 63 kilo.
Gifford, gerçek yaşamında
ölümünü geciktirmek için rol icabı ölmesi gerektiğinde
yaralanmayı göze alıyor. Bundan 6 yıl önce izlediği bir
televizyon programında, su biti, solucan ve kemirgen gibi
hayvanların az yedikleri zaman ömürlerinin uzadığını öğrenmiş.
Normal olarak 40 ay yaşayan fareler, normalden yüzde 60 oranında
daha az beslenirlerse yaşam süreleri 56 aya çıkabiliyor. Şu
günlerde Gifford ortalama 1500 kilokalori ile idare ediyor. Bu
miktar kendi boyutlarında birinin yediklerinin yüzde 50'sine eşit.
Eğer bu miktarda bir gıda rejimi, fareler üzerindeki etkiyi
yaratırsa, Gifford'un 150 yaşına kadar yaşaması gerekir. Bu
da 1997 yılında 122 yaşında ölen Jeanne Louise Calment'in
dünyanın en yaşlı kadını ünvanını yitirmesi anlamına
geliyor.
Kalori kısıtlamasının
yaşamı uzattığı ilk kez 1935 yılında ortaya çıktı.
Şimdi Massachusetts Institute of Technology'den Leonard Guarente
ve çalışma arkadaşları, SIR2 adı verilen genin bu konuda en
önemli rolü üstlendiğini kanıtlamaya çalışıyor. Maya hücrelerinin
daha uzun yaşamasına neden olan bu gen kalori miktarındaki
kısıntıyla yakından ilgili.
''Enerji ve metabolizma
arasındaki bağ inanılmaz derecede karmaşık'' diye konuşan
Guarente, bu konudaki araştırmalarından elde ettiği sonuçları
saygın bilim dergisi ''Nature''da geçtiğimiz ay yayımladı.
SIR2'nin enerji ve metabolizma arasındaki anahtar gen olması
durumunda, öğün atlamadan uzun yaşamı garantilemek
isteyenlerin hedef geni olmaya aday.
SIR2'nin pek çok organizmada
bir muadili olmasına karşın, kalori kısıntısının
insanlarda uzun ömre yol açıp açmadığından henüz kimse
emin değil. Maryland Üniversitesi'nden Barbara Hansen primatlar
üzerinde yürütülen üç çalışmanın bu konuyu aydınlığa
çıkartabileceğini söylüyor. Hansen'in 29 yaşındaki rhesus
maymunları şimdiden benzerlerine oranla 6 yıl daha uzun
yaşamış durumdalar. Bunların maksimum yaşam sürelerine
göre daha uzun yaşayıp yaşamadıklarına karar verebilmek için
12 yılın daha geçmesi gerekir. Enerji kısıtlamasına
gidilmemesine karşın bugün uzun yaşam rekoru 40 yaşındaki
bir rhesus maymununa ait. 29 yaşındaki maymunlarda kan glükoz,
insülin düzeyi, tansiyon, kan lipidi, kolestrol ve vücuk sıcaklığı
normalin altında seyrediyor.
Biosphere 2 adı verilen deney
(Arizona çöllerinde 1.2 hektarlık bir arazi üzerine kurulu
balonda, çevresinden soyutlanmış bir ortamda kurulan
ekosistem) bu konuya da açıklık getirmesi bakımından önem
kazanıyor. Biosphere'de yaşayan insanlar kalorisi kısıtlı
yiyecekler yedikleri zaman kan lipidi, glükozu ve insülini
kemirgenlerde olduğu gibi düşme eğilimi gösterdi.
Biosphere sakinleri
çevrelerinden tümüyle soyutlandıkları için ''çevresel caydırıcıların''
etkisinde kalmama şansına sahipler. Oysa normal yaşamda
insanları yeme zevkinden mahrum etmek neredeyse imkansız. Pek
çok insan keyifli ancak kısa yaşamı, dünyevi zevklerden arınmış
uzun bir yaşama tercih edebilir. Bilim adamları kısıtlı
kalorinin vücudumuzu nasıl etkilediğini ortaya çıkarttığı
zaman, hem az yiyip hem de açlıkla birlikte gelen
sıkıntıları çekmemek mümkün olabilecek. Ancak bu
mekanizmayı tüm yönleri ile anlamanın zorluklarına dikkat
çeken Hansen, şöyle konuşuyor:''Kalori kısıtlaması vücudumuzda
çok büyük değişikliklere yol açmaktadır. Bu
değişiklikler birbirine bağlı olduğu için tek tek ayıklamak
çok zordur.''
Kabul gören kuramlardan biri az
yemenin serbest radikallerin yol açtığı hasarları
azalttığı yönünde. Serbest radikaller, yağ ve
karbonhidratların parçalanması sırasında oksijen
kullanıldığı zaman ortaya çıkan zararlı bir unsur. Diğer
bir kurama göre de, kalori kısıtlaması insülin sinyal yolları
üzerinde çok kritik bir rol oynar. İnsülin sinyal yolları,
glükozun vücut tarafından nasıl kullanacağını düzenler.
San Francisco, California Üniversitesi'nden Cynthia Kenyon ve
çalışma arkadaşları solucanlarda bulunan ve adına Daf-2
denilen bir genin mutasyon geçirdiği zaman solucanın ömrünü
2 hatta 3 katına çıkarttığını keşfetti. Daf-2'in
solucanlardaki rolü ile, insanlardaki insülin reseptörünün
oynadığı rol arasında bir paralellik kurulabilir. Kolori
kısıtlamasına tabi tutulan hayvanların şeker veya benzeri
hastalıklara yakalanma olasılığı çok düşük olduğu için,
glükoz metabolizmasını düzenleyen genler ile yaşlılık
genleri arasında çok yakın bir ilişki olduğu düşünülebilir.
Wisconsin Üniversitesi'nden
Richard Weindruch , açlıktan ölme derecesine vardırılan bir
rejim sonucu değişime uğrayan genleri ortaya çıkartmak için
çok büyük uğraş verdi. Weindruch ve arkadaşları 5 aylık
ve 30 aylık farelerin kas hücrelelerindeki 6347 genin
faaliyetini ölçtü. Daha yaşlı farelerdeki 58 genin
faaliyetinin iki katına çıktığı görüldü. Diğer 55 gen
ise bunun yarısı kadar faaldi. Genç yaşta perhize sokulan
farelerde, gen faaliyetlerinde yaşlanmayla ortaya çıkan
değişikliklerin ertelendiği görüldü. Bu da açlık
rejiminin, metabolizmada gençlik özelliklerini çağrıştıran
değişikliklere neden olması anlamına geliyordu. Açlık
rejiminin yaşlanmayı geciktirmesi olgusunun altında çok sayıda
genin yatması, kalori kısıtlaması ile aynı etkiyi yaratacak
bir ilacın peşindeki ilaç şirketlerini hayal kırıklığına
uğrattı. Los Angeles, California Üniversitesi'nden Roy Walford
adında bir biyolog bu konuda iyimserliğini koruyor. ''Büyük
bir olasılıkla bu çoklu değişimin altında birkaç önemli
değişiklik yatmaktadır'' diye konuşan Walford, ''Metabolizma
bir piramide benzer. En üstte birkaç anahtar değişiklik
aşağı doğru inerken etki alanını genişletir ve yaşamı
uzatır'' diyor. Walford'a göre bu üst düzey değişiklikler
evrim boyunca özelliğini korumuştur.
Bu noktada devreye Guarente ve
uzun ömürlü mayası giriyor. Guarente, SIR2'nin diğer genleri
nasıl ''susturduğunu'' incelerken bu üst düzey değişikliklere
rastlamış oalbileceğini belirtiyor. Bu susturma işlemini
incelerken, DNA'nın hücrenin çekirdeğinde nasıl
depolandığıni bilmek gerekiyor. Kromozomlarımızı oluşturan
DNA'ların uzun kolları, ortalıklarda sallanıp durmaz; bir
makaraya sarılı pamuk ipliği gibi, histon denilen protein
disklerine sarılı olarak bulunur. Bu diskler DNA iplikleri
boyunca gevşek bir şekilde yer alır, ya da sıkışık bir
şekilde dizilmiştir. Kromatin (sarılı haldeki DNA) birbirine
sıkıca bağlı ise genler dış etmenlerden etkilenmez,
çünkü gen faaliyetini kontrol eden proteinler DNA'nın
yakınına bile sokulamaz.
SIR2'nin genleri nasıl
susturduğu hala gizini korumakla birlikte bilim adamları bu
konuda birkaç kuram oluşturmuş. ''Histon kuyrukları''
DNA'nın sarılı olduğu disklerden dışarı çıkan uçlarıdır.
Gevşek olarak dizilmiş bir kromatinde, çok sayıda asetil
gurubu bu kuyruklara bağlanır. Oysa sıkıca dizili kromatin
üzerine daha az sayıda asetil yapışır. Bundan da şu sonuç
çıkar: Asetil guruplarını ortadan kaldırmak kromatini bir
şekilde sıkılaştırmak anlamına gelmektedir. Bu sonuca
ulaşmak için pozitif yüklü kuyrukların negatif yüklü
DNA'lara yapışması sağlanır.
Susturulan genler
1996 yılında keşfedilen bir
enzim, asetil guruplarını yok etme kuramını destekler
nitelikte. Bu enzimler asetil guruplarını histonlara ekler veya
çıkartır. Bazı araştırmacılar SIR2 proteinlerinin asetil
guruplarını yok ettiğini iddia etse de, birbiri ardına
yapılan deneyler bu sonucu desteklemedi. Geçen yıl Pittsburg
Üniversitesi'nden Roy Frye ve Harvard Tıp Fakültesi'nden
Danesh Moazed, SIR2'nin genleri asetil guruplarını ortadan
kaldırarak değil, ADP-riboz denilen kimyasallara bağlanarak
susturduğunu ileri sürdü. Vücutta ADP-riboz, NAD 'ın
(metabolizmada önemli bir rol oynayan molekül) parçalanmasıyla
oluşur. NAD oksidasyon sağlayıcı bir unsurdur ve glükoz
parçalandığında ortaya çıkan enerji bakımından zengin
elektronları tuzağa düşürür ve enerjiyi hücrenin
kullanabileceği şekle dönüştürür.
Mutasyon geçirmiş maya
üzerinde yapılan ileri deneyler, genlerin susturulmasında,
asetillerin ortadan kaldırılması işleminin çok önemli olduğunu
gösterdi. Guarente'ye göre SIR2 ve NAD'ın birlikte hareket
ederek yarı açlık (veya yarı tokluğun) ile uzun yaşam
arasındaki doğrudan ilişkiyi kurmuş olabileceği
olasılığı çok yüksek. Guarente, ''Açıkça, enerji, SIR2
ve yaşlanma arasında çok sıkı bir ilişki olduğu görülüyor''
diyor.
Ne var ki Guarente, az yiyip
genç kalma olgusunu açıklarken genlerin susturulması
kuramına çok fazla güvenilmesini doğru bulmuyor. Öncelikle
maya, ve diğer hayvanların yaşlanma süreci birbirinden farklı
bir yol izliyor. Ayrıca SIR2'nin gen susturma özelliği mayada
işe yararken, memelilerde etkili olmayabilir.
Tüm bu çalışmalar SIR2'nin,
kalori kısıntısı ile yaşlanma arasındaki ilişkiyi açıklamakta
ne denli önemli bir etmen olduğunu ortaya çıkartmayı
hedefliyor. Bu arada İngiltere'de Gifford ve Phil Harris gibi
kişiler, bilimsel çalışmaların sonuçlanmasını beklemeden
açlığa talim etmeyi uygun bulmuşlar. Harris şöyle düşünüyor:''Biraz
üşümek, biraz açlık hissetmek uzun bir gelecek için
küçük bir bedel. Uzun yaşamak için daha zor koşullara bile
razıyım.''
SONRAKİ SAYFA